Gentleman
Sorunu sor hemen cevaplansın.
gentleman teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- centilmen
Örnek Cümle:
Bir centilmen böyle bir şey yapmazdı.
-A gentleman wouldn't do such a thing.
Örnek Cümle:
O, mükemmel bir centilmendir.
-He is a perfect gentleman.
- beyefendi
Örnek Cümle:
O, Amerikalı bir beyefendi değil mi?
-Isn't he an American gentleman?
Örnek Cümle:
O mükemmel bir beyefendi.
-He is a perfect gentleman.
- bey {i}
Örnek Cümle:
İstasyonda güvenilir bir beyefendiyle karşılaştım.
-I met a certain gentleman at the station.
Örnek Cümle:
O, Amerikalı bir beyefendi değil mi?
-Isn't he an American gentleman?
- bay {i}
Örnek Cümle:
Gerçek bir beyefendi bir bayanı bekletmemeli.
-A true gentleman must not keep a lady waiting.
Örnek Cümle:
Bay Hawk nazik bir beyefendidir.
-Mr. Hawk is a kind gentleman.
- adam
Örnek Cümle:
Adamı örnek bir beyefendi olarak tanımladı.
-He described the man as a model gentleman.
Örnek Cümle:
Sen bir beyefendi ve bir bilim adamısın.
-You're a gentleman and a scholar.
- kibar kimse {i}
- centilmen, efendi. gentleman's/gentlemen's agreement centilmenlik anlaşması {i}
- gen.tle.men (cen'tılmîn) {ç}
- hazır yiyici adam {i}
- soylu erkek {i}
Örnek Cümle:
Soylu erkek isyanda bir köle tarafından öldürüldü.
-The gentleman was killed by a slave in revolt.
- individual
- (Hukuk) bireysel
Bireysel özgürlük demokrasinin temelidir.
-Individual liberty is the essence of democracy.
Bir takım yıldızındaki bireysel yıldızlar birbirlerine çok yakın görünebilir fakat aslında onlar uzayda büyük mesafelerle ayrılabilir ve birbirleriyle hiç gerçek bağlantısı yoktur.
-The individual stars in a constellation may appear to be very close to each other, but in fact they can be separated by huge distances in space and have no real connection to each other at all.
- Guy
- {i} adam
Ne! Sen hâlâ o adamla birlikte misin? ve biz cevaplarız: Ne yapabilirim! Onu seviyorum!
-What! You're still with that guy? and we answer: What can I do! I LOVE him!
O araba satıcısı oldukça acayip bir adam.
-That car salesman was a pretty off the wall kind of guy.
- guy
- herif
Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
-You guys are totally clueless.
Hadi yakalayalım şu herifi.
-Come on let's catch that guy.
- person
- kişi
Kilo almak, kişisel gelişimin en kolay metodudur.
-Weight increase is the easiest method for personal development.
Japonya'ya gitmek istemeyi tercih etmemin sebebi onların çalışkan ve dürüst kişilikleridir.
-The reason I prefer to go to Japan is that the people in Japan are hardworking and have honest personalities.
- associate
- birleştirmek
- friend
- dost
Gerçek dostluk paha biçilmezdir.
-True friendship is priceless.
Benim en iyi dostum bir kitaptır.
-My best friend is a book.
- partner
- ortak
Biz rakibiz, ortak değil.
-We're competitors, not partners.
İki adam iş ortaklarıydı.
-The two men were business partners.
- dude
- ahbap
Saçma bir gece kulübündeyim, ahbap!
-I'm in a fricking nightclub, dude!
Biraz şarap içelim mi, ahbap?
-Are we gonna get some wine, dude?
- pal
- ahbap
Bana yardım ettiğin için teşekkürler, ahbap.
-Thank you for helping me, pal.
- buddy
- {i} ahbap
Onu izlesen iyi olur, ahbap.
-You'd better watch it, buddy.
- kid
- çocuk
Annem ben çocukken öldü.
-My mother died when I was a kid.
Çocukken pamuklu şekerin ve bulutların benzer olduklarını düşünürdüm.
-When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
- man
- insan
Asya'da bir sürü insan vardır.
-There are many people in Asia.
Bugün, bir sürü insan işsiz kalma konusunda endişeleniyor.
-Today, many people worry about losing their jobs.
- man
- erkek
Bir kadın erkeksiz bir şey değildir.
-A woman without a man is nothing.
Michael bir erkek adıdır ama Michelle bir bayan adıdır.
-Michael is a man's name but Michelle is a lady's name.
- boy
- {i} delikanlı
Nehirde yüzen delikanlı kimdir?
-Who is the boy swimming in the river?
Bazı delikanlılar tenis oynar diğerleri futbol.
-Some boys play tennis and others play soccer.
- friend
- {i} ahbap
- associate
- {i} iş arkadaşı
- friend
- {i} arkadaş
Üniversite arkadaşım terör karşıtı.
-My university friend is against terror.
Süngerbob ve Patrick arkadaştır.
-Spongebob and Patrick are friends.
- kid
- küçük çocuk
- boy
- {i} oğlan
Oğlana gönderilen mektupta ilginç bir öykü vardı.
-There was an interesting story in the letter to the boy.
Küçük oğlan hayvanat bahçesinde.
-The little boy is at the zoo.
- boy
- erkek çocuk
Odada kaç tane erkek çocuk var?
-How many boys are there in the room?
İki erkek çocuk yemeklerini kendi aralarında pişirdi.
-The two boys cooked their meal between them.
- partner
- eş
Tom asla benim eşim değildi.
-Tom was never my partner.
Güvercinler ömür boyu aynı eşle kalırlar.
-Pigeons stay with the same partner for life.
- gentleman of fortune
- maceraperest adam
- gentleman's gentleman
- centilmenlerin centilmeni
- gentleman at arms
- kral muhafızı
- gentleman of colour
- renk beyefendi
- gentleman's walk
- beyefendi yürüme mesafesinde
- gentleman of the bedchamber
- kralın hizmetlisi
- gentleman's
- erkeklere ait
- gentleman's agreement
- sözlü anlaşma
- gentleman's agreement
- (Ticaret) centilmen anlaşması
- gentleman's agreement
- centilmenlik anlaşması
- gentleman's agreement
- (deyim) a gentleman's agreement ( genellikle come to ...) karsilikli anlayisa dayanan ve yazili metni olmayan anlasma
- individual
- özgün
- buddy
- arkadaş
Arkadaşım dikkatsizce sürmez.
-Buddy doesn't drive carelessly.
O benim eski içki arkadaşım.
-He's my old drinking buddy.
- associate
- {i} ortak
Dan, ortaklarına yalan söyledi.
-Dan lied to his associates.
Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
-The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
- mate
- arkadaş
Tom ve arkadaşları alemlere akıp zil zurna sarhoş oldu.
-Tom and his mates went on a pub crawl and all ended up pretty drunk.
O benim iş arkadaşımdır.
-He is my working mate.
- friend
- koruyan kimse
- associate
- {i} öğretim üyesi
- friend
- have a friend at court mahkemede dayısı olmak
- pal
- arkadaş
Parayı arkadaşımla yarı yarıya paylaştım.
-I halved the money with my pal.
Jiro Avustralya'daki mektup arkadaşı ile haberleşiyor.
-Jiro communicates with his pen pal in Australia.
- buddy
- lan/arkadaş
- kid
- küçük
Benim küçük erkek kardeşim on iki yaşında.
-My kid brother is twelve.
Küçükken, bulutları pamuk şekere benzetirdim.
-When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
- associate
- arkadaşlık etmek
- associate
- bağdaştırmak
- buddy
- kanka
Neden kankam bir geri zekalı?
-Why is my buddy an idiot?
- guy
- {f} takılmak
Sanırım Tom siz arkadaşlarıyla iki gece peş peşe takılmak istemiyordu.
-I think Tom didn't want to hang out with you guys two nights in a row.
Tüm yapmak istediğim siz çocuklarla takılmak.
-All I want to do is hang out with you guys.
- individual
- fert
- buddy
- kafadar
- fellow
- arkadaş
O gerçekten hoş bir arkadaş fakat ondan hoşlanmıyorum.
-He's quite a nice fellow but I don't like him.
O her zaman iş arkadaşlarından izole edilmiştir.
-He is always isolated from his fellow workers.
- individual
- {s} özel
- buddy
- dili arkadaş
- buddy
- kardeş
Büyük bir hata yaptın, kardeş.
-You made a big mistake, buddy.
- kid
- kandırmak
- Friend
- (isim) Enis">(isim) Enis
- Friend
- (isim) Enise">(isim) Enise
- associate
- bağlı olan
- associate
- arkadaş
Tom gibi insanlarla arkadaşlık etmem.
-I don't associate with people like Tom.
- associate
- {s} birleşmiş
- buddy
- birader
- fellow
- akademi üyesi
- friend
- {i} tanıdık
Japonların tanıdıklarına karşı çok cana yakın oldukları ve tanımadıklarına çok ilgisiz oldukları söyleniyor.
-It is said that the Japanese are very friendly to those that they know, and very indifferent to those they don't.
O, bir arkadaş değil ama bir tanıdıktır.
-He is not a friend, but an acquaintance.
- individual
- {i} şahıs
- guy
- rezil etmek
- man
- yönetim
Sendika yönetimle pazarlık yaptı.
-The union bargained with the management.
Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.
-Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels.
- associate
- (Ticaret) yardımcı
Dr. Hellebrandt bu mükemmel üniversitede yardımcı doçenttir.
-Dr. Hellebrandt is an associate professor in that excellent university.
- associate
- birlikte
- associate
- yarı/muhabir üye
- associate
- tabi
- associate
- (Ticaret) hukuki ortak
- associate
- (Ticaret) meslektaş">(Ticaret) meslektaş
- associate
- birliktelik kurmak
- associate
- (Ticaret) katılan
- associate
- (Ticaret) ticari şirketin ortağı
- associate
- ortaklık
- associate
- iş ortağı
O, benim iş ortağımdı.
-He was my business associate.
Tom sadece bir iş ortağı.
-Tom is just a business associate.
- associate
- (Politika, Siyaset) ortaklık yapmak
- associate
- (Ticaret) ticari şirket ortağı
- associate
- ilişkilendirme
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
-We tend to associate politicians with hypocrisy.
- associate
- (Ticaret) yasal ortak
- associate
- (Ticaret) iştirak
Üç iştirakçi yeni bir şirket kuracak.
-The three associates will set up a new company.
- associate
- (Matematik) yandaş">(Matematik) yandaş
- associate
- (Ticaret) ortalı">(Ticaret) ortalı
- associate
- (Ticaret) ortaklık etmek
- associate
- ilişkilendirilmiş
- boy
- erkek genç
- boy
- çocuk garson
- boy
- ufaklık
- boy
- uşak
- boy
- kızan
- dude
- şehirden gelen tatilci, turist
- fellow
- üniversite öğretmeni
- fellow
- (Argo) delikanlı">(Argo) delikanlı
- fellow
- yakın arkadaş
- fellow
- emsal
- fellow
- (Argo) genç adam
- fellow
- herifçioğlu
- friend
- dostça davranmak
- friend
- yoldaş
- friend
- ayaktaş
- friend
- can
Tom Mary'nin o kadar cana yakın olacağını ummuyordu.
-Tom didn't expect Mary to be so friendly.
Tom hâlâ tamamen eskisi kadar arkadaş canlısı.
-Tom is still just as friendly as he used to be.
- friend
- yakın
Köpekler insanın en yakın arkadaşlarıdır.
-Dogs are man's closest friends.
Adanın sakinleri cana yakındır.
-The inhabitants of the island are friendly.
- gentlemen
- (Turizm) erkekler tuvaleti
- guy
- gergi kablosu
- guy
- halat
- guy
- herifçioğlu
- guy
- vento
- guy
- alaya almak
- guy
- ip
- guy
- adamcık
- individual
- (Tıp) individual
- individual
- tekil
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- kid
- genç
Ben genç bir çocukken annem bana hikayeler okurdu.
-My mother used to read me stories when I was a young kid.
Ben gençken, bir çocuğun sahip olabileceği en modern şey, bir transistör radyoydu.
-When I was young, the hippest thing a kid could own was a transistor radio.
- man
- el ile
El ile sürebilir misin?
-Can you drive manual?
- man
- koca
Onlar karı kocaymış gibi davranıyorlar.
-They pretend to be man and wife.
Bu adam benim kocam değil.
-This man is not my husband.
- man
- mide
Bir erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.
-The way to a man's heart is through his stomach.
Lütfen beni güldürme. Dün bir sürü mekik çektim ve mide kaslarım ağrıyor.
-Please don't make me laugh. I did too many sit-ups yesterday and my stomach muscles hurt.
- man
- zevk
Bu vakitten sonra adam ve karısı birlikte o kadar mutlu yaşadılar ki onları görmek bir zevkti.
-From this time the man and his wife lived so happily together that it was a pleasure to see them.
Neden odun kesmekten büyük zevk alan bu kadar çok insan olduğunu biliyorum. Bu aktivitede sonuçları hemen anında görürsünüz. -- Albert EINSTEIN
-I know why there are so many people who love chopping wood. In this activity one immediately sees the results. -- Albert EINSTEIN
- man
- adam vermek
- man
- kent çapında ağ
- man
- yeterince insan olmak
- man
- kimse
Mağazayı pek çok kişiye sordum, ancak kimse onu duymamıştı.
-I asked many persons about the store, but no one had heard of it.
Hiç kimse adaylığı kazanmak için yeterli oy almadı.
-No man received enough votes to win the nomination.
- mate
- birbirine geçirmek
- mate
- (Tıp) mate
- mate
- (Askeri) ikinci süvari
- person
- adam
Tom sempatik bir adam.
-Tom is an agreeable person.
Genç bir adam seni dışarıda bekliyor.
-A young person is waiting for you outside.
- associate
- birleşmek
- associate
- hakları sınırlı üye
- associate
- {f} ortak ol
- associate
- düşünmek
- associate
- ortak çalışma arkadaşı
- boy
- Vay be!
Vay be, bu cümle de amma tantana kopardı.
-Boy, that sentence sure caused a kerfuffle.
- boy
- Üf!
- boy
- Vay canına!
- buddy
- lan
- buddy
- ulan
- dude
- züppe adam
- fellow
- dost
Sami dostu olan itfaiyecilerle takılıyordu.
-Sami hanged out with his fellow fire fighters.
- fellow
- kişi
- fellow
- hemcins
- fellow
- adam
O, çok hoşgörülü bir adamdır.
-He is a very decent fellow.
Tüm hatalarına rağmen, o iyi bir adam.
-For all his faults, he is a good fellow.
- fellow
- benzer
- gentlemanlike
- centilmen
- gentlemen
- bay
Baylar, karşılamada birkaç söz söylemem için bana izin verin.
-Gentlemen, allow me to say a few words in greeting.
Bayanlar ve Baylar, şu anda Tokyo Uluslararası Havaalanı'na inmiş bulunmaktayız.
-Ladies and Gentlemen, we have now landed at Tokyo International Airport.
- guy
- {f} alay et
Bütün adamlar onunla alay ettiler.
-The guys all made fun of him.
- individual
- kişi
Her kişi bir bireydir.
-Every person is an individual.
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
-She had an individual style of speaking.
- individual
- {s} 1. her ... kendi ...: This decision will be up to the individual agencies. Bu konuda her acente kendi kararını verecek. The individual
- individual
- başlı başına
- individual
- tek
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- individual
- individuallyayrı ayrı
- man
- adam
Polis bir adamla sokakta konuştu.
-The policeman spoke to a man on the street.
Polis adamın peşinde.
-The police are after the man.
- Guy
- {i} tip
Tom o tip bir adam değildir.
-Tom isn't that type of guy.
Barın önünde çok sayıda acayip kılıklı tipler takılıyordu.
-Several guys were hanging around in front of the bar.
- Man
- Man
- associate
- Birbirleriyle ilişkilendirmek, aralarında ilişki kurmak
Which of these phrases do you associate with the pictures?.
- associate
- benzetir
- associate
- ile görüşmek
- associate
- {f} ilişkilendir
Sık sık siyahı ölümle ilişkilendiririz.
-We often associate black with death.
Biz özgürlük dediğimizde onu Lincoln ile ilişkilendiriyoruz.
-When we say liberty, we associate it with Lincoln.
- bro
- (Brother) Bir hitap kelimesi olarak, "kardeş", "dostum", "arkadaşım", "kanka"
- buddy
- Dostluk kurmak, arkadaş olmak
- dude
- Kanka
- dude
- Amerikalıların günlük konuşma dilinde birbirlerine hitap etmek için kullandıkları kelime
- dude
- adamın
- dude
- giyimine aşırı düşkün erkek
- first gentleman
- İlk beyefendi
- friend
- arkadaşın
- friend
- arkadaşı
- guy
- acayip kılıklı tip
- guy
- gergi halatı
- guy
- çıkarılan veya indirilen yükü yerinde tutan halat
- guy
- germe kablosu
- guy
- bağlamak
- guy
- gemi direklerini yerlerinde saptayan halat
- guy
- halatla tutturmak
- guy
- korkuluk
- guy
- gergi teli
- guy
- halat/adam
- guy
- germe halatı
- guy
- taklit et
- guy
- i., k.dili. adam
- guy
- acayip kıIıklı adam
- guy
- herifin
- individual
- s. tek, yalnız, ayrı, başlı başına; hususiyeti olan; ferdi, bireyseli. fert, birey, kimse, şahıs; tane
- individual
- tek kişilik
- kid
- kid
- man
- adama
- man
- dostum
- man
- adamm
- a gentleman
- efendiden bir adam
- associate
- {f} ilişkilendir: adj.ortak
- associate
- serik olmak
- associate
- {f} benzetmek
- associate
- ilişkilendirilmiş, ilişkilendirmek
- associate
- ortak çıkar ve ilişkileri olan
- associate
- {f} -i hatırlatmak, -i akla getirmek: I associate that smell with the back streets of Warsaw. O
- associate
- ortakllk kurmak
- associate
- {f} with
- associate
- {f} ile görüşmek, ile ilişkide bulunmak
- associate
- yakıştırmak
- associate
- serik
- associate
- {f} ortak olmak
- associate
- çağrıştırmak
- associate
- {f} işbirliği yapmak
O Bill ile işbirliği yapmak istemiyor.
-She doesn't like to associate with Bill.
- associate
- {i} üye
- associate
- ortak etmek
- associate
- anlaşık
- associate
- arkadas olan
- associate
- tam üye
- associate
- arkadaş olan
- associate
- {s} ikinci derece statüsü olan
- associate
- dost
- boy
- {i} erkek (genç)
- boy
- üf
İlgili Terimler
gentleman teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- boy
- Uzunluk
- Boy
- (Osmanlı Dönemi) TUL
- Boy
- KLAN
- Boy
- anar
- Boy
- kamet
- Boy
- kabile
- DUDE
- (Osmanlı Dönemi) Kurtcağız, küçük solucan, böcek
- Son
- nihayet
Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi.
-Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.
Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
-Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
- boy
- Destan: "Boy boyladı, soy soyladı."- Dede Korkut
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı: "Sınır boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları yan yana idi."- F. R. Atay
- boy
- Kumaş için ölçü
- boy
- Uzaklık: "Günde üç boy şehrin öbür ucuna gider, gelir."- H. Taner
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık: "Boyu uzundu, yalnız biraz fazla semizdi."- Ö. Seyfettin
- boy
- Dede Korkut kitabında destan, hikaye anlamında kullanılan sözcük
- boy
- Zerdüştiler'de sunulan tütsü
- boy
- Afrika ve Asya ülkelerinde genç yerli hzimetçilere ingilizlerin verdiği ad
- boy
- Uzaklık
- boy
- Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalığı bulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve ekonomik ilişkilerini anaerkil, ataerkil anlayışı uygulayan geleneksel topluluk, kabile, klan: "Türk boyları birbirlerini kardeş tanıyorlar."- O. S. Orhon
- boy
- Destan
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı
- boy
- Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, en karşıtı
- guy
- Müslümanlara karşı savaşlarda krallığını kaybeden Kudüs Haçlı kralı(1187)
İlgili Terimler
gentleman teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- Amateur
Örnek Cümle:
Latrobe had extensive dealings with Jefferson, the most prominent gentleman-architect in the United States.
- A man of breeding or higher class
- Toilets intended for use by men
- A polite term referring to a man
Örnek Cümle:
Please direct this gentleman to the menswear department.
- A polite form of address to a group of men
Örnek Cümle:
Follow me, gentlemen.
- a term of complaisance {n}
- If you say that a man is a gentleman, you mean he is polite and educated, and can be trusted. He was always such a gentleman
- The servant of a man of rank
- pan [PAHN] pan is one of these marshmallow terms--a word that's squishy enough to encompass a lot of English words I've known pan to refer to "sir," "mister," and "gentleman", while my Polish-English dictionary also includes the meanings for "lord" and "master " Date of entry: 9 April 2000
- a member of the gentry, a descendant from an aristocratic family whose income came from the rental of his land
- in the plural (= citizens; people), in addressing men in popular assemblies, etc
- A man, irrespective of condition; used esp
- As democracy spreads across the planet, the world sinks further into corruption and chaos Democracy itself contains the seeds of corruption, chaos and catastrophe Civilization, however, has proceeded from the emergence of the gentleman in human society One of the prime characteristics of a gentleman is that he has enough intelligence and cultural integrity to recognize and acknowledge his obligations and enough character to invariably strive to discharge them High on any list of obligations for the civilized man is the obligation of loyalty to his native land and his duty to give honorable service to his country wherever his abilities are most needed when the vital interests of his nation require In short, a gentleman is always a patriot
- el se?or (Sr )
- man of good breeding and manners; aristocrat, nobleman {i}
- politeness You can address men as gentlemen, or refer politely to them as gentlemen. This way, please, ladies and gentlemen It seems this gentleman was waiting for the doctor
- A man well born; one of good family; one above the condition of a yeoman
- a man of refinement
- One who bears arms, but has no title
- One of gentle or refined manners; a well- bred man
- a manservant who acts as a personal attendant to his employer; "Jeeves was Bertie Wooster's man"
- A member of the gentry, a descendent from an aristocratic family whose income came from the rental of his land See Also: Freeman, Goodman
- A gentleman is a man who comes from a family of high social standing. this wonderful portrait of English gentleman Joseph Greenway
- Gentleman Usher of the Black Rod
- the sergeant-at-arms in the House of Lords
- gentleman farmer
- A man who farms his own land, but small-scale, not for a living
- gentleman farmers
- plural form of gentleman farmer
- gentleman of leisure
- A gentleman who is of independent means and so does not need employment, one who is free from duties and responsibilities, a dilettante
- gentleman of the back door
- A sodomite
- gentleman's agreement
- An agreement made between two parties, not bound by law but by honour
- gentleman's bet
- A bet in which no money is bet; only the honor of the two parties is at stake. Therefore, there is no need for proof that one party's side of the bet has been fulfilled; he or she is taken at their word
- gentleman’s agreement
- Alternative form of gentleman's agreement
-
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.